Adnan ÖZ
Köşe Yazarı
Adnan ÖZ
 

HAMASET SİYASETİ!

Politikacılar ve başkanlar için ne güzel bir ülkeyiz. İstediğini söyle sonra istediğin gibi çark et ve seni bağlayıcı hiçbir durum olmasın. Ülkeyi ya da başkanı olduğun belediyeyi istediğin gibi yönet, istediğini al, istediğini sat, istersen batır seçim kaybetmek dışında bir sorumluluğun yok. Ülkemizde öyle gelişmeler yaşıyoruz ki; anlayan, anlatabilen beri gelsin. Demokrasi böyle bir şey olamaz. “Dün dündür bugün bugündür.” diyen Sayın Demirel’e ne de çok kızmıştık değil mi? Sayın Demirel bayağı ileri görüşlü bir siyasetçiymiş şimdi daha iyi anlıyoruz. Oysa atalarımız bizleri asırlar önceden uyarmış “Büyük lokma ye fakat büyük laf konuşma.” diye ama atasözlerimizin de bir hükmü kalmamış olacak ki bugünkü durum kimseyi rahatsız etmiyor. Son 15 yılda sözünü yemeyen, dün kötü dediğini bugün savunmayan ya da dün iyi dediğine bugün kötü demeyen siyasetçi kalmış mıdır? Mevlana’ya ait olduğu söylenen “Sesini değil sözünü yükselt. Yağmurlardır yaprakları büyüten, gök gürültüleri değil.” sözleri bugüne ne de uyuyor değil mi? Bakıyoruz da bütün siyasi parti genel başkanları sanki kavga eder gibi, sesini yükselterek konuşuyor. Peki sonuç? Sonuç ortada düzen devam ediyor. Allah için sayısı az da olsa Sözünü yükseltmeye çalışan genel başkanlar var onlara haksızlık yapmayalım ama onlarda maalesef oylarını yükseltemiyorlar. Yani bir bakıma sözün değil sesin yükselmesini vatandaş istiyor demek ki yoksa her şey tersine olmaz mıydı? Günümüzde iktidarda olan ya da kayda değer oyu olan bütün siyasi parti liderleri maalesef sadece sesini yükseltiyor. Bu durumdan rahatsız olan bir avuç insan ise ne yapacağını, kime destek vereceğini şaşırmış durumda. Kimse gönlüne göre bir kapı bulamıyor.  Herhangi bir partiye angaje olmayan insanları dinliyoruz. Bunların geneli “Al birini vur ötekine. Bunların hiçbirisine oy verilmez fakat ne yapacaksınız şartlar böyle mecburen birisine oy veriyoruz.” diyorlar. Aslında bize aktif siyaseti bıraktıranda Türkiye’deki siyasi algı ve tepeden yönetim şekliydi. Bize göre Türkiye’yi yönetmeye talip olanlara iki çizgi çiziliyor ve bu çizginin dışına çıkmaması şartıyla iktidar veriliyor. İki çizgi içine giren hizmetleri yapmanıza müsaade ediliyor ama fazlasına izin verilmiyor. Kim mi bunlar? Hani “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir. Türkiye önemli bir ülkedir ne olmalıdır ne de solmalıdır. Sararırsa sulanmalı yeşerirse budanmalıdır.” diyenlerdir. İsveç’in NATO’ya girişi için mecliste yapılan oylamanın sonucu bunun hala böyle olduğunun göstergesi değil mi? Bu siyaset şekliyle, bu siyaset anlayışıyla bir adım ileri iki adım geri gidildiğini görmüyor muyuz? Görüyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. Bu şartlarda siyaset yapıp millete söz vermek her babayiğidin harcı değil. Çünkü yarın sözünüzü tutamamak da var. Bugün kara dediğinize yarın ak demek, bugün ak dediğinize yarın kara demek de var. Bunları kabullenebilmek, tükürdüğünü yalama durumunda kalma ihtimali her insanın kaldırabileceği bir durum mu? Adamlar Türkiye’de “Çok güzel bir sistem!” kurmuşlar. Kim iktidar olacak, kim muhalefet edecek, kim ne yapacak, kim ne söyleyecek, iktidara güven sarsılırsa muhalefet bunu tekrar nasıl sağlayacak hepsi tıkır tıkır işliyor. Bu şartlarda siyasi arenada bulunup konu mankeni olmaya gerek var mı? Tabii ki millete hizmet kutsaldır. Millete hizmet için siyaset yapanları tenzih ediyoruz fakat biliyoruz ki istisnalar kaideyi bozmaz. Gerçekler acıtıyor değil mi?
Ekleme Tarihi: 29 Ocak 2024 - Pazartesi
Adnan ÖZ

HAMASET SİYASETİ!

Politikacılar ve başkanlar için ne güzel bir ülkeyiz. İstediğini söyle sonra istediğin gibi çark et ve seni bağlayıcı hiçbir durum olmasın. Ülkeyi ya da başkanı olduğun belediyeyi istediğin gibi yönet, istediğini al, istediğini sat, istersen batır seçim kaybetmek dışında bir sorumluluğun yok.

Ülkemizde öyle gelişmeler yaşıyoruz ki; anlayan, anlatabilen beri gelsin. Demokrasi böyle bir şey olamaz. “Dün dündür bugün bugündür.” diyen Sayın Demirel’e ne de çok kızmıştık değil mi? Sayın Demirel bayağı ileri görüşlü bir siyasetçiymiş şimdi daha iyi anlıyoruz.

Oysa atalarımız bizleri asırlar önceden uyarmış “Büyük lokma ye fakat büyük laf konuşma.” diye ama atasözlerimizin de bir hükmü kalmamış olacak ki bugünkü durum kimseyi rahatsız etmiyor. Son 15 yılda sözünü yemeyen, dün kötü dediğini bugün savunmayan ya da dün iyi dediğine bugün kötü demeyen siyasetçi kalmış mıdır?

Mevlana’ya ait olduğu söylenen “Sesini değil sözünü yükselt. Yağmurlardır yaprakları büyüten, gök gürültüleri değil.” sözleri bugüne ne de uyuyor değil mi? Bakıyoruz da bütün siyasi parti genel başkanları sanki kavga eder gibi, sesini yükselterek konuşuyor. Peki sonuç? Sonuç ortada düzen devam ediyor.

Allah için sayısı az da olsa Sözünü yükseltmeye çalışan genel başkanlar var onlara haksızlık yapmayalım ama onlarda maalesef oylarını yükseltemiyorlar. Yani bir bakıma sözün değil sesin yükselmesini vatandaş istiyor demek ki yoksa her şey tersine olmaz mıydı?

Günümüzde iktidarda olan ya da kayda değer oyu olan bütün siyasi parti liderleri maalesef sadece sesini yükseltiyor. Bu durumdan rahatsız olan bir avuç insan ise ne yapacağını, kime destek vereceğini şaşırmış durumda. Kimse gönlüne göre bir kapı bulamıyor.

 Herhangi bir partiye angaje olmayan insanları dinliyoruz. Bunların geneli “Al birini vur ötekine. Bunların hiçbirisine oy verilmez fakat ne yapacaksınız şartlar böyle mecburen birisine oy veriyoruz.” diyorlar.

Aslında bize aktif siyaseti bıraktıranda Türkiye’deki siyasi algı ve tepeden yönetim şekliydi. Bize göre Türkiye’yi yönetmeye talip olanlara iki çizgi çiziliyor ve bu çizginin dışına çıkmaması şartıyla iktidar veriliyor. İki çizgi içine giren hizmetleri yapmanıza müsaade ediliyor ama fazlasına izin verilmiyor.

Kim mi bunlar? Hani “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir. Türkiye önemli bir ülkedir ne olmalıdır ne de solmalıdır. Sararırsa sulanmalı yeşerirse budanmalıdır.” diyenlerdir.

İsveç’in NATO’ya girişi için mecliste yapılan oylamanın sonucu bunun hala böyle olduğunun göstergesi değil mi? Bu siyaset şekliyle, bu siyaset anlayışıyla bir adım ileri iki adım geri gidildiğini görmüyor muyuz? Görüyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor.

Bu şartlarda siyaset yapıp millete söz vermek her babayiğidin harcı değil. Çünkü yarın sözünüzü tutamamak da var. Bugün kara dediğinize yarın ak demek, bugün ak dediğinize yarın kara demek de var. Bunları kabullenebilmek, tükürdüğünü yalama durumunda kalma ihtimali her insanın kaldırabileceği bir durum mu?

Adamlar Türkiye’de “Çok güzel bir sistem!” kurmuşlar. Kim iktidar olacak, kim muhalefet edecek, kim ne yapacak, kim ne söyleyecek, iktidara güven sarsılırsa muhalefet bunu tekrar nasıl sağlayacak hepsi tıkır tıkır işliyor. Bu şartlarda siyasi arenada bulunup konu mankeni olmaya gerek var mı?

Tabii ki millete hizmet kutsaldır. Millete hizmet için siyaset yapanları tenzih ediyoruz fakat biliyoruz ki istisnalar kaideyi bozmaz. Gerçekler acıtıyor değil mi?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yirmidortsaathaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi