Yusuf KAPLAN
Köşe Yazarı
Yusuf KAPLAN
 

Rüya gibi bir kamptı (II)

Osman Aydın, inanmış, güzel işler yapan bir iş adamı. İnsanın, toprağın ve tabiatın bozulmaması için çırpınıyor. Üçüne de inanarak ve kendini adayarak el atıyor. Her sene dertli, idealist iş adamlarını bir araya getiriyor Çamlıca’da. Bu yılki toplantıya beni konuşmacı olarak davet etmiş ve “Hocam, neslimizi kurtaracak en kalıcı, en sahici, en güzel işlerden birini siz yapıyorsunuz. Ülke nasıl geleceğe emin adımlarla yürür, çocuklarımızı nasıl yeniden Gazalî gibi, Sinan gibi, Fatih gibi büyük rüyaları ve hayalleri olan güzel insanlar olarak yetiştiririz, bize bu konuda sarsıcı, hepimizi kış uykusundan uyandırıcı bir konuşma yapsanız,” demişti. “Elbette, seve seve” diye cevap vermiştim. Mustafa Yılmaz Ağabey’le gitmiştik o iftara ve yine onunla dönmüştük. Osman Bey birkaç hafta sonra telefonla aradı ve “Hocam, bende yakın tarihimize dâir, İslâm’ın bin yıl sancaktarlığını yapmış bu ülkede İslâm’ın nasıl altının oyulduğuna dâir çok önemli, tarihî belgeler, arşivler var, onları en iyi sen değerlendirirsin. Sana gönderiyorum. Gazetenizin sahipleri Albayraklara da söyledim, en iyi Yusuf Hoca değerlendirir onları, dediler” dedi ve Mustafa Yılmaz Ağabey’le gönderdi bana o arşivleri. Muazzam bir hazine. Bu hazineden okumaları zaman zaman yapıyorum burada yakın tarihimize dâir, bunu hatırlatmak isterim. O gün Osman Bey bir şey daha söyledi bana: “Hocam 7 / 24 saat sizinleyiz. Bundan böyle ulaşım sorununuz olmayacak. O iş bende! Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, haber verin, yeter!” O gün bugündür Osman Bey’in yönlendirmesiyle Mustafa Ağabey’le yolculuk yapıyoruz.   ERZURUM’UN HÜZNÜ… Geçen hafta perşembe günü Erzincan Kampımız var’dı. Erzincan’da iki akademik kamp yaptık: Kudüs Araştırmaları Kampı ile Oryantalizm ve Kolonyalizm Araştırmaları Kampı. Yalnız Erzincan’dan önce Bingöl’e uğrayacağız. MTO’muzun demirbaşlarından, emektarlarından, daha şimdiden MTO’ya çok hizmet eden Fatma Zehra Kurtaran ile Ensar Eyüp kardeşimin düğünleri var. Aynı gün Bingöl’den Erzincan’a, kampımıza döneceğiz. Bingöl uçağında yer yok. Erzurum’a ineceğiz. Oradan Bingöl’e geçeceğiz. Gece saat 03.30’da Mustafa Yılmaz Ağabey beni aldı. Arabaya bindim, yönetim ekibimizden Zeynep Rana’yı, ardından da Asaf’ı alacağız. Rana’nın telefonunu çaldırmaya çalıştım, çalmadı. Benim telefon kapatılmış, iyi mi! Allah Allah, olacak iş mi bu şimdi! Bu saatte, bu vakitte! Mustafa Ağabey’in telefonundan Rana’yı aradık, Üsküdar’dan aldık onu. Ardından Eyüpsultan’dan Asaf Bayram’ı aldık. İstanbul Havaalanı’na koyulduk yola. Bomboş yollar! Yollar bizim yani. Havaalanına vardık, vaktinden önce. Asaf, “hocam sizin şu telefonunuzu açtıralım,” dedi. Hemen oracıkta açtırdı, sağ olsun. İki gün hastanede kaldığımda da yanımdan ayrılmamıştı Asaf. Zor gün dostu o. Tam bir derviş üstelik de. Erzurum’a indik sabaha karşı. Bingöl’den MTO temsilcimiz Bilal Arslan ve “demirbaşımız” Seyfullah Yiğit aradılar. Kahvaltı ve dinlenmek için yer ayarlamışlar, kısa bir planlama yaptık telefonla. Rana da, Asaf da Erzurum’a ilk defa geliyorlar! Mihmandarımız Âdem Bey kardeşe Erzurum’un içinde bir tur atalım, diyorum. Sabah’ın ilk ışıkları… Issız ve sessiz Erzurum... Fırtına öncesi sessizlik gibi sanki. Serhad şehrimiz. Şevket Gökşan Hocamızın, Ağırman Hocamızın şehri. Selam sana Erzurum, diyoruz. Çifte Minareli Medrese’nin taç kapısının önünde duruyoruz. Taş süslemelerdeki bitkisel motiflerle kozmografik âhengin derinlikli, estetik bir dille taşa nakşedildiği Erzurum’un sembolü Hatuniye Medresesi olarak da adlandırılıyor Yakutiye’deki bu medrese. Neden “Hatuniye” olarak da adlandırılıyor, peki? Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırıldığı için. Çifte Minareli Medrese Selçuklu’nun ruhunu ele veren bütün estetik işlemlere tabi tutulmuş. Minarelerinde turkuaz renkli süslemelerin yer aldığı panolarda “Allah” lafza-i celâli nakşedilen simetrik düzenlemelerine derinden bakmaya çalıştım bir kez daha, içim kan ağladı, dondum kaldım. Çok hüzünlü! Küsmüş gibi bize Çifte Minareli Medrese! Ölüme terkettiğimiz için muhtemelen! Ama ölmemek için direniyor zamana, zamanın insafsız saldırılarına! Erzurum yaşıyor mu? Erzurum, Erzurum’a ruhunu ve kimliğini kazandıran bu bin yıllık Selçuklu eserlerini yaşatıyor mu, yaşatabiliyor mu? Bu soruları sora sora uzaklaşıyoruz Erzurum’dan…   BİNGÖL’ÜN SÜKÛNETİ VE ERZİNCAN’IN MANEVÎ LEZZETİ… Bir buçuk saat olmadan Bingöl’e varıyoruz. Yollar muhteşem. Türkiye, Erdoğan’la maddî kalkınmada 50 yılını kurtardı. Ama manevî / zihnî bir çöküş ve çözülme yaşıyoruz, toplumun yok olmasına yol açacak kadar büyük bir yıkım, çürüme bu. Bundan sonraki süreç, manevî, zihnî, kültürel atılım olmalı. Ve şunu aslâ unutmamalı: Kültürde, sanatta ve eğitimde kazanılamayan istiklâl ve istikbal mücadelesi, kaybedilmeye mahkûmdur. Bundan sonraki süreçte bu yıkımın durdurulması ve geleceğimizin İslâmî ruh köklerimiz ve medeniyet dinamiklerimiz üzerinden inşa edilmesi meselesi üzerinde kafa yormak zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız. İşte biz de bunun için karış karış dolaşıyoruz Anadolu’da. Binlerce gence dokunuyoruz, elinden tutuyoruz, diriltip kendimize getirici bir ruh aşısı yapıyoruz onlarca ülkede aynı zamanda. Diren Çifte Minareli Medrese! Diren Doğu’nun manevî insan kaynağı Mengüceklerin sembolü Erzincan! Erzincan’ın Sembolü Cami-i Kebîr, diren! Hazırlan, dirilişe! Hazırlanın kardan aydınlık günlerin gelişine… Bingöl’de sade ve güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Sonra Seyfullah kardeş bizi köy evine götürüyor. Şubat ayında dizlerimize kadar karlara gömüldüğümüz o esrarengiz yere… Orada namazlarımızı kılıp dinlenmeye çekiliyoruz. Hiç uyku uyumadım gece. Uçakta uyudum bir saat kadar sadece. Rana ile Büşra Uçur’lar buluşuyor, hanımlar tarafına geçiyorlar. Seyfullah’ın babası köyevinde misafir ediyor bizi. “Metin Hoca’ya da haber verseydik!” diyor. Metin Hocam, Seyfulah’ın amcası, Diyarbakır’da medresesi olan bir fıkıh profesörü. Çok üzülüyor haber vermediği için. Ben de! Ve dönüp bana şöyle söyleniyor: “Hocam, bir daha Bingöl’e gelirseniz gelmeden önce bana haber verin, Seyfullah’a değil!” Güzel espri baba oğul arasında! Akşam düğüne geçiyoruz. Fatma Zehra’nın babası ve annesi ne kadar seviniyor ve mutlu oluyorlar bu mutlu günlerinde yanlarında olduğumuz için. Akşam, namazdan sonra 21.30’da Bingöl’den Tunceli üzerinden Erzincan’a yola koyuluyoruz. Yollar çok virajlı, bir ara -özür dileyerek yazayım- midem alt üst oluyor. Biraz yavaş gidelim kardeş, diyorum. Sonradan, gece uyumamak için, bu yolu tercih ettiğini öğreniyoruz. Gece 1’e doğru kampa varıyoruz. Odalarımıza yerleşiyoruz. Sonraki gün saat 09.00’da İstiklal Marşı ve Kur’ân tilaveti ile açılış yapıyoruz. Pazar günü yazacağım leziz Erzincan kampımızı… Vesselâm.
Ekleme Tarihi: 09 Ağustos 2024 - Cuma
Yusuf KAPLAN

Rüya gibi bir kamptı (II)

Osman Aydın, inanmış, güzel işler yapan bir iş adamı. İnsanın, toprağın ve tabiatın bozulmaması için çırpınıyor. Üçüne de inanarak ve kendini adayarak el atıyor.

Her sene dertli, idealist iş adamlarını bir araya getiriyor Çamlıca’da. Bu yılki toplantıya beni konuşmacı olarak davet etmiş ve “Hocam, neslimizi kurtaracak en kalıcı, en sahici, en güzel işlerden birini siz yapıyorsunuz. Ülke nasıl geleceğe emin adımlarla yürür, çocuklarımızı nasıl yeniden Gazalî gibi, Sinan gibi, Fatih gibi büyük rüyaları ve hayalleri olan güzel insanlar olarak yetiştiririz, bize bu konuda sarsıcı, hepimizi kış uykusundan uyandırıcı bir konuşma yapsanız,” demişti.

“Elbette, seve seve” diye cevap vermiştim. Mustafa Yılmaz Ağabey’le gitmiştik o iftara ve yine onunla dönmüştük.

Osman Bey birkaç hafta sonra telefonla aradı ve “Hocam, bende yakın tarihimize dâir, İslâm’ın bin yıl sancaktarlığını yapmış bu ülkede İslâm’ın nasıl altının oyulduğuna dâir çok önemli, tarihî belgeler, arşivler var, onları en iyi sen değerlendirirsin. Sana gönderiyorum. Gazetenizin sahipleri Albayraklara da söyledim, en iyi Yusuf Hoca değerlendirir onları, dediler” dedi ve Mustafa Yılmaz Ağabey’le gönderdi bana o arşivleri. Muazzam bir hazine. Bu hazineden okumaları zaman zaman yapıyorum burada yakın tarihimize dâir, bunu hatırlatmak isterim.

O gün Osman Bey bir şey daha söyledi bana: “Hocam 7 / 24 saat sizinleyiz. Bundan böyle ulaşım sorununuz olmayacak. O iş bende! Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, haber verin, yeter!”

O gün bugündür Osman Bey’in yönlendirmesiyle Mustafa Ağabey’le yolculuk yapıyoruz.

 

ERZURUM’UN HÜZNÜ…

Geçen hafta perşembe günü Erzincan Kampımız var’dı. Erzincan’da iki akademik kamp yaptık: Kudüs Araştırmaları Kampı ile Oryantalizm ve Kolonyalizm Araştırmaları Kampı.

Yalnız Erzincan’dan önce Bingöl’e uğrayacağız. MTO’muzun demirbaşlarından, emektarlarından, daha şimdiden MTO’ya çok hizmet eden Fatma Zehra Kurtaran ile Ensar Eyüp kardeşimin düğünleri var. Aynı gün Bingöl’den Erzincan’a, kampımıza döneceğiz.

Bingöl uçağında yer yok. Erzurum’a ineceğiz. Oradan Bingöl’e geçeceğiz.

Gece saat 03.30’da Mustafa Yılmaz Ağabey beni aldı. Arabaya bindim, yönetim ekibimizden Zeynep Rana’yı, ardından da Asaf’ı alacağız. Rana’nın telefonunu çaldırmaya çalıştım, çalmadı. Benim telefon kapatılmış, iyi mi! Allah Allah, olacak iş mi bu şimdi! Bu saatte, bu vakitte!

Mustafa Ağabey’in telefonundan Rana’yı aradık, Üsküdar’dan aldık onu.

Ardından Eyüpsultan’dan Asaf Bayram’ı aldık. İstanbul Havaalanı’na koyulduk yola. Bomboş yollar! Yollar bizim yani. Havaalanına vardık, vaktinden önce. Asaf, “hocam sizin şu telefonunuzu açtıralım,” dedi. Hemen oracıkta açtırdı, sağ olsun.

İki gün hastanede kaldığımda da yanımdan ayrılmamıştı Asaf. Zor gün dostu o. Tam bir derviş üstelik de.

Erzurum’a indik sabaha karşı. Bingöl’den MTO temsilcimiz Bilal Arslan ve “demirbaşımız” Seyfullah Yiğit aradılar. Kahvaltı ve dinlenmek için yer ayarlamışlar, kısa bir planlama yaptık telefonla.

Rana da, Asaf da Erzurum’a ilk defa geliyorlar!

Mihmandarımız Âdem Bey kardeşe Erzurum’un içinde bir tur atalım, diyorum.

Sabah’ın ilk ışıkları… Issız ve sessiz Erzurum... Fırtına öncesi sessizlik gibi sanki. Serhad şehrimiz. Şevket Gökşan Hocamızın, Ağırman Hocamızın şehri. Selam sana Erzurum, diyoruz.

Çifte Minareli Medrese’nin taç kapısının önünde duruyoruz. Taş süslemelerdeki bitkisel motiflerle kozmografik âhengin derinlikli, estetik bir dille taşa nakşedildiği Erzurum’un sembolü Hatuniye Medresesi olarak da adlandırılıyor Yakutiye’deki bu medrese. Neden “Hatuniye” olarak da adlandırılıyor, peki? Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırıldığı için.

Çifte Minareli Medrese Selçuklu’nun ruhunu ele veren bütün estetik işlemlere tabi tutulmuş. Minarelerinde turkuaz renkli süslemelerin yer aldığı panolarda “Allah” lafza-i celâli nakşedilen simetrik düzenlemelerine derinden bakmaya çalıştım bir kez daha, içim kan ağladı, dondum kaldım.

Çok hüzünlü! Küsmüş gibi bize Çifte Minareli Medrese! Ölüme terkettiğimiz için muhtemelen! Ama ölmemek için direniyor zamana, zamanın insafsız saldırılarına!

Erzurum yaşıyor mu? Erzurum, Erzurum’a ruhunu ve kimliğini kazandıran bu bin yıllık Selçuklu eserlerini yaşatıyor mu, yaşatabiliyor mu?

Bu soruları sora sora uzaklaşıyoruz Erzurum’dan…

 

BİNGÖL’ÜN SÜKÛNETİ VE ERZİNCAN’IN MANEVÎ LEZZETİ…

Bir buçuk saat olmadan Bingöl’e varıyoruz. Yollar muhteşem. Türkiye, Erdoğan’la maddî kalkınmada 50 yılını kurtardı. Ama manevî / zihnî bir çöküş ve çözülme yaşıyoruz, toplumun yok olmasına yol açacak kadar büyük bir yıkım, çürüme bu.

Bundan sonraki süreç, manevî, zihnî, kültürel atılım olmalı. Ve şunu aslâ unutmamalı: Kültürde, sanatta ve eğitimde kazanılamayan istiklâl ve istikbal mücadelesi, kaybedilmeye mahkûmdur.

Bundan sonraki süreçte bu yıkımın durdurulması ve geleceğimizin İslâmî ruh köklerimiz ve medeniyet dinamiklerimiz üzerinden inşa edilmesi meselesi üzerinde kafa yormak zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız.

İşte biz de bunun için karış karış dolaşıyoruz Anadolu’da. Binlerce gence dokunuyoruz, elinden tutuyoruz, diriltip kendimize getirici bir ruh aşısı yapıyoruz onlarca ülkede aynı zamanda.

Diren Çifte Minareli Medrese!

Diren Doğu’nun manevî insan kaynağı Mengüceklerin sembolü Erzincan!

Erzincan’ın Sembolü Cami-i Kebîr, diren!

Hazırlan, dirilişe! Hazırlanın kardan aydınlık günlerin gelişine…

Bingöl’de sade ve güzel bir kahvaltı yapıyoruz.

Sonra Seyfullah kardeş bizi köy evine götürüyor. Şubat ayında dizlerimize kadar karlara gömüldüğümüz o esrarengiz yere…

Orada namazlarımızı kılıp dinlenmeye çekiliyoruz. Hiç uyku uyumadım gece. Uçakta uyudum bir saat kadar sadece.

Rana ile Büşra Uçur’lar buluşuyor, hanımlar tarafına geçiyorlar.

Seyfullah’ın babası köyevinde misafir ediyor bizi. “Metin Hoca’ya da haber verseydik!” diyor. Metin Hocam, Seyfulah’ın amcası, Diyarbakır’da medresesi olan bir fıkıh profesörü. Çok üzülüyor haber vermediği için. Ben de! Ve dönüp bana şöyle söyleniyor: “Hocam, bir daha Bingöl’e gelirseniz gelmeden önce bana haber verin, Seyfullah’a değil!” Güzel espri baba oğul arasında!

Akşam düğüne geçiyoruz. Fatma Zehra’nın babası ve annesi ne kadar seviniyor ve mutlu oluyorlar bu mutlu günlerinde yanlarında olduğumuz için.

Akşam, namazdan sonra 21.30’da Bingöl’den Tunceli üzerinden Erzincan’a yola koyuluyoruz.

Yollar çok virajlı, bir ara -özür dileyerek yazayım- midem alt üst oluyor. Biraz yavaş gidelim kardeş, diyorum. Sonradan, gece uyumamak için, bu yolu tercih ettiğini öğreniyoruz.

Gece 1’e doğru kampa varıyoruz. Odalarımıza yerleşiyoruz.

Sonraki gün saat 09.00’da İstiklal Marşı ve Kur’ân tilaveti ile açılış yapıyoruz.

Pazar günü yazacağım leziz Erzincan kampımızı…

Vesselâm.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yirmidortsaathaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi