Önce sarsıcı bir aforizma: Ülkenin bu ülkenin çocuklarının elinde olduğunu düşünüyorsanız, ya bu ülkenin çocuğu değilsiniz ya da zokayı çoktan yutmuşsunuz, demektir.
Bu ülke, iki asırdır bizim elimizden alındı.
Dışarıdan değil içeriden ele geçirildi: İlmiye (akademya), kalemiye (bürokrasi) ve seyfiye (ordu), İslâmî temellerden uzaklaştırıldı. Türkiye’ye jakoben tepeden yöntemlerle, sosyal mühendislik projeleriyle sahte / laik bir kimlik dayatıldı. Laiklik bu toplumun İslâmî bir gelecek inşasını engelleyecek bir pranga olarak geçirildi toplumun boynuna eğitimde, kültürde, sanatta, ekonomide, siyasette ve her alanda...
Batılıların güdümündeki laikçi darbelerle terbiye edilmeye, sindirilmeye çalışılıyor bu toplum sürgit…
Darbeler, laikçilik adına yapıldı. Hedef, bu toplumun İslâmî bir yörüngeye yeniden kavuşmasını ve medeniyet iddiasına soyunmaya kalkışmasını önlemek oldu hep.
Meşrutiyet’ten bu yana yediğimiz darbeleri yazdım önceki yazılarda. Burada AK Parti’nin yirmi küsûr yıllık iktidarı döneminde yaşadığımız “darbeleri” ve sonuçlarını yazacağım…
MİT başkanı Hakan Fidan’ı “indirmeyi” hedefleyen MİT krizi, 17-25 Aralık krizi, bir iç kalkışmanın fitillerini ateşleyen, bürokrasi ve hukuk üzerinden planlanan, iç darbe girişiminin ön denemeleriydi.
Gezi kalkışması, Türk-Kürt çatışmasından bekledikleri sonucu alamayan küresel güçlerin bu kez Alevî-Sünnî fay hattı oluşturarak toplumu tam ortadan ikiye yarma ve ülkeyi parçalanmanın eşiğine sürükleme planının bir parçasıydı.
Alevî-Sünnî gerilimi oluşturma girişimine bu toplum aslâ prim vermeyecektir. Bu böyle biline.
Türk-Kürt çatışmasının oluşturulması, toplum Müslüman olduğu için başarılamadı. Laiklik üzerinden, laikliği pekiştirme kaygısıyla geliştirilen seküler kimlik inşası çabaları, etnik kimliklerin öne çıkarılmasını kışkırttı, toplumu etle tırnak gibi birbirine kenetleyen İslâmî kimliğin ve duyarlığın aşınmasına yol açtı, 30 civarında etnik kimlikten oluşan “imparatorluk” bakiyesi bir toplumu parçalanmanın eşiğine getirip bıraktı…
Ama nihayetinde toplum, sözgelişi Kuzey İrlanda ya da İspanya’daki Bask bölgesinde olduğu gibi, kurtarılmış, işgal edilmiş bölgeler oluşmasına aslâ izin vermedi. 6-8 Ekim Kobani kalkışması ve 16 yaşındaki Yasin Börü ve arkadaşlarının kurban eti dağıtırken başları taşlarla ezilerek hunharca katledilmeleri gibi ürpertici hâdiselerin yaşanmasına yol açtıysa da, sonuçta ülkeyi iç savaşın eşiğine sürüklemeye neden olmadı, olamadı çok şükür.
Dahası, hendek olayları da aynı şekilde bir iç savaş girişiminin başka bir denemesiydi ama hamdolsun burada da devlet ve toplum el ele verdi ve böylesine tehlikeli bir girişimin zemin bulmasına izin vermedi.
Bütün bu iç savaş stratejilerinin hiçbiri amacına ulaşamadı.
Devşirmelerin ve devşirmelerin devşirmeleri seküler / Batıcı elitokrasinin kontrolündeki bürokratik vesayet rejimi, son dönemde önemli ölçüde zayıflatıldı. Ancak bürokratik vesayet rejiminin köhnemiş sömürgeci, kendi kendini sömürgeleştirici sığ, çağdışı ve köksüz laiklik ideolojisi, sanıldığından da fazla köksalmış durumda.
Bürokratik vesayet rejimi kurumsal olarak geriletildi ama laikçi ideolojisi hızla parlatıldı. Bu ülkenin geleceği açısından hiç de hayra alâmet bir gelişme değil bu.
15 Temmuz darbe girişimi üzerine sadece İslâmî cemaatlerin hedef tahtasına yatırılması tam da 15 Temmuz’u tezgâhlayan, FETÖ’yü de tepe tepe kullanan küresel güç ve çıkar odaklarının marifetidir.
İslâmî cemaatlerin toplumun hayatından uzaklaştırması projesi, bu toplumun altını oyan sinsi bir projedir.
Hiçbir cemaat, devleti babasının çiftliği gibi göremez. Ancak bize bu ülkede İslâmî cemaatler hedef gösteriliyor yalnızca. Devleti yıllardır babalarının çiftliği gibi tepe tepe kullanan baronik masonik laik cemaatler, özellikle de ülkenin her şeyini ele geçiren ve yönlendiren 350 aileden oluşan baronik masonik şebekeler nedense hiç kimsenin aklına bile gelmiyor?
Tanzimat’la birlikte İngilizlerin sinsi planları çerçevesinde devleti ele geçirerek iki asırdır bu ülkenin kanını emen, yönünü ve yörüngesini değiştiren, ruhunu yok etme planlarını devreye girdiren masonik, baronik çetelere neden müdahale edilmiyor? Bu soru, soru olarak bile neden sorulmuyor acaba?
Bu masonik ve baronik çeteler, laikçi maskeler takarak ülkeyi soyup soğana çevirdiler. Ama kimsenin gıkı çıkmış değil bu ülkede bu konuda. Neden acaba?
Ülkenin en tepe kurumlarına, ekonomisine, akademyasına, kültürüne, sanatına, hâriciyesine bu masonik baronik vesayetçi çeteler yön veriyor…
Ülkede bütün darbelerin gerisinde bu oligarşik yapılar ve bunların başındaki baronik masonik çeteler var… Ama ne oluyoruz diyen bir Allah’ın kulu neden çıkmaz bu ülkede? Bu kadar mı narkozu yedi, celladına âşık edildi bu millet?
Türkiye iki asırdır bizim elimizden alındı, bu ülkenin hâs çocuklarının elinde değil bu ülke. Küresel sistemin Türkiye’deki bekçiliğini yapan oligarşik vesayet rejimi, hem bu ülkenin kaynaklarını inanılmaz bir şekilde sömürüyor, sömürdükçe semiriyor; hem de bu ülkenin İslâmî değerlerini, cemaatlerini ve bütün İslâmî kesimleri hedef gösteriyor!
Cemaatlerin, tarikatlerin, kendilerine çeki düzen vermeleri, ihale peşinde koşturan seküler bir STK görünümünden derhal uzaklaşmaları, Müslümanlara yakışmayan, bu ülkede İslâm’ın önünü tıkayan küçük kabile savaşlarına son vermeleri, ülkede İslâmî bir gelecek inşa edecek parlak öncü kuşaklar yetiştirmeye odaklanmaları şart.
Vesselâm.