Serdar ARSEVEN
Köşe Yazarı
Serdar ARSEVEN
 

Ekrem İmamoğlu, Tuncay Özkan, CHP ve değişim!

“Cumhuriyet Halk Partisi değişecek ve Türkiye de değişecek. Bu sürecin, bu yolculuğun başka bir sonucu olmaz!” Tüzük Kurultayı Çalıştayı’nda, “değişim ihtiyacına” vurgu yapan Ekrem İmanoğlu’nun aklındaki CHP nasıl bir CHP ve nasıl bir Türkiye? Kurultay CHP Kurultayı olduğuna göre, esas soru şu olmalı: Ekrem İmamoğlu, Eski CHP’nin hangi özelliklerinden rahatsız? CHP’yi uzun yıllar boyunca iktidarın uzağında tutan, en iddialı gibi göründüğü genel seçimlerde bile “yüzde 25’e sabitleyen” sebepler… CHP’yi çok iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Benimki öyle “sonradan tanıma” hali değil. Dışarıdan birisi olarak değerlendirmiyorum CHP’yi. İçlerinden geldim de oradan bilirim, azizim. x Validem ile Merhum Babam yurt dışında iken, bizle ilgilenen çevremizin çok yakınlarında, “aşırı” CHP ağırlığı vardı. Jakobendiler. “Elitist”tiler! Okumuş, yazmış, “sofistike” zevkleri olan, varoşların “sosyete” diyerek işaret ettiği bir grup. İttihat Terakki’den gelen bir nesil. Daha sonra “Cumhuriyet Nesli” dendi. Bizim oralarda, Anadolu’nun toprak kokan insanları ile ilişkiler son derece mesafeli tutulurdu. Bana, “Kapıcı çocuklarının verdiklerini yeme!” diye tembih edildiğini hatırlarım. O yıllarda İstanbul, Anadolu’dan çok göç alıyordu. İstanbul’un taşını toprağını altın belleyenler, etrafı doldurmuştu. “Bizimkiler” bu durumdan rahatsızdı. “Dağdan geldiler, bağdakileri kovacaklar!” diyorlardı, ikide bir. “Bunlar da iki kuruş para görünce adam sınıfına girdiler!” diyerek küçümsüyorlardı, gece gündüz çalışıp bir şeylere sahip olan garipleri. Anadolu’nun Sivas’ından, Çorum’undan, Kastamonu’sundan kopup gelen ve şehirlerde yaşam mücadelesi veren insanların giyimleriyle, kuşamlarıyla, alışkanlıklarıyla, adetleriyle dalga geçiyorlardı. Bu ailelerden birine gelin olan “Köy”lü bir çok yakınım, hem de çok çok yakınım, “İlk yaptıkları başımdaki örtüyü çıkartmak oldu!” der bana bugün de. O günleri anlatırken gözleri dolar, 80'ine merdiven dayamış Hanımefendi'nin: “Beni zor bela, oğullarının zoruyla kabullendiler. O gün, nikah bittikten sonra, akrabalar geldi. Başımdaki örtüyü çekerek, ‘Bundan sonra buraya uyacaksın!’ dediler. Çok küçüktüm, yalnızdım. Ses çıkartamadım!” Onlar, yani başörtüsüne el uzatanlar, bunu “din karşıtlığı” olsun diye yapmamıştı. Örtülülük, “köylü olmanın simgesi” olarak görülüyordu o yıllarda. “Dinde örtünmek yok. İçin temiz olsun yeter!” diyorlardı. Modern bir çevreye giren “gelin”in, kendisini köylülükten mümkün olduğunca sıyırması gerekiyordu. Onun için de, o başındakini sıyırması!.. Benim “Kastamonululuğum” meşhurdur. Bu güzel şehirle bağımı, biraz da “tepkimden” dolayı vurguluyorum sürekli olarak. Kastamonulular için neler dediklerini, kem söz sahipleri adına“utanarak” hatırlarım. Yıllar sonra, Kastamonuluları akılları sıra küçümseyen ailelerden birinin kökeninin Kastamonu’ya dayandığını öğrendiğinde, bu gerçeği yüzlerine vurmuştum. Önceleri, “Orada bir süre kalmışlar” filan dediklerini, sonra sonra… “Bizimkisi Kastamonu sayılmaz tam, kıyısından! Hem zaten taaa 300 sene evvel gelip İstanbul’a yerleşmiş bizimkiler!” sözleriyle konuyu değiştirdiklerini de hiç unutmam. O günlerde “Bülent Ecevit de Kastomunulu!” derdim onlara. Bunun söylenmesinden de pek hoşlanmazlardı. X Ben o dünyadayken, başka dünyaların çocuğu idim. Dediklerini yapmazdım. Onun için de bana “asi çocuk!” derlerdi. “Annesinin babasının unuttuğu asi çocuk” gibisinden bir şeyler! Kapıcı çocukları ile oynar, süslü-püslü işlerden uzak dururdum. Böyle yaptığım için de uyarılar alırdım. Mesela… “Evlat bak; onlarla düşüp kalkarsan onlar gibi olursun! Onlar, dünyayı kazansalar da kitap okumazlar! Kitaba para vermezler! Zengine karşı aşırı hürmet gösterileri de, tamamen riyakârlıktandır!” derlerdi. “Biraz yüz verirsen, hemen borç isterler!” yollu lâflar da eksik olmazdı. Zaman içinde, kader bizi farklı yerlere savurdu. Gazeteciliğe başladığımız yer ile devam ettiğimiz yerler çok farklı siyasi iklimlere aitti. İlk gençlik yıllarımızda, namaz niyaz bilmezdik. Sonrasında, bir takım vesilelerle şükür ki namaza yöneldik. Ondan sonra, işler değişti. Yaşam tarzımız tamamen değişti. Değişince, tercihlerini her seçimde CHP’den yana kullananlar bizden koptu, ya da biz onlardan koptuk. Birileri… Bana yaklaşıp, “Oğlum bak, tarikata filan kapılma!” diye tembihlerde bulundu. Ben de onlara, “Yol, Kuran ve sünnet yolu!” muhtevalı cevaplar verince, ilişkimiz iyice koptu. Yalnız sayılırdık, hepten yalnız kaldık! Sonraları memleketin gündemine başörtüsü tartışmaları, yasakları, İmam Hatipler, katsayı haksızlığı gibi konular girdi. Taraflar keskinleşti. Biz de, mağdur ve mağdurelerin yanında yer aldık haliyle. Milli Görüşçülerle uzaktan yakından tanışıklığımız yoktu, başörtüsü mücadelesi, imam hatip mücadelesi derken, kendimizi oralarda bulduk. x Bu süreç boyunca ve sonrasındaki gözlemlerimiz, CHP’de Ekrem İmamoğlu’nun işaret ettiği “değişim”in olup olamayacağına dair kesin kanaat oluşturdu bizde. Hayır, CHP kolay kolay değişemez! En az yüz elli sene lâzım!.. Zira… Kendilerinden olmayanların tamamını “oy vermeye bile lâyık olmayan insanlar!” olarak gören kesimlerin ağırlığı çok fazla. “Ağırlığı” diyorum bakın, oranı demiyorum. Sesi gür çıkanlar onlar. CHP’de elbette toprak kokan insanlar da var, Anadolu’nun bağrında yaşayanlar da var ama onların etkinliği çok çok az. CHP jakobenizmi, “elitizmi” camianın etkili yerlerinde çok koyu bir şekilde devam ediyor. Bu durum, AK Parti için de biraz geçerli, özellikle “zenginleşenler” takımı, sonradan görmeler takımı, havalara giriyor! Ancak, oraya hakim olan sosyoloji, orada gözlenen ilişkiler ağı, zayıflayarak da olsa etkileşimin devam etmesini sağlıyor. CHP Camiası’nın ağır isimlerinden Muharrem İnce’nin “Boğazda viski yudumlayanlar!” diyerek işaret ettiği zümreye sıradan bir CHP’linin ulaşma, onları etkileme imkânı neredeyse sıfır. “Sokaktaki” bir AK Partili için bu durum biraz daha farklı. Onlar, Camia’nın “elit”lerine bir şekilde mesaj ulaştırabilirler. CHP’nin “beyaz olanları”, taaa en başından özellikle İstanbul’un en alımlı, en lüks, en pahalı mekânlarına yerleşmişlerdir. Cumhuriyet’i kuran kadrodan olma ya da o kadronun devamı olma iddiası, bu “beyaz CHP’lilere” çok önemli avantajlar sağlamıştır. Bundan dolayı da, o ekipten hangi CHP ile konuşsanız, “üstenci dil”i fark edersiniz. Vakti zamanında, çok öndeydi bu “elitist”çevre, evet. Yabancı dil bilinler onlardı, devlet tecrübesi onlarda vardı. Medyada, üniversitelerde, iş ve sanat dünyasında rakipsizdiler. Merhum Liderler Menderes, Özal ve Erbakan’ın öncülük ettiği siyasal hareketlerle ön plana çıkmayı, iddia sahibi olmayı başaran “varoşlar”, zaman içinde güçlenmeye başlayınca… “Dağdan gelip bağdakileri kovacaklar ellerinden gelse!” endişesiyle büyütülen “Beyaz CHP’lilerin” tepkisi arttı. Tepkiler karşı tepkileri doğurdu. 28 Şubat denilen esasında, bir “Din-Laiklik” mücadelesinden ziyade, “Sınıf” mücadelesiydi. X Şimdi… Yaşanan bunca sıkıntıdan, zaman zaman kamplaşma görüntülerinden, memleketi geren sonu gelmez kavgaların ardından… İktidara gelebilmek için, geleneksel CHP çizgisinin uzağındaki kitleleri de çekme zaruretinin iyice farkına varan Erkem İmamoğlu, “değişim” arzusunu dile getiriyor. Getiriyor ama, Cumhurbaşkanı’na yönelik “ağır hakaretiyle” gündeme yerleşen Tuncay Özkan “gibi” radikalleri nasıl durduracak? Sayın Erdoğan, zamanında “değişim” mesajı verdiğinde, o günlerde hayli “radikal” pozisyonda olan “aydın” tabakasının ve tabanının önemli bir bölümünü ikna edebilmişti. O ikna edişin etkisi, yaklaşık çeyrek yıl boyunca iktidarda kalabilmesini sağladı. Bir siyaset adamının “Lider” vasfına sahip olup olmadığı, öncelikle kendi kitlesini, “tabanını” ikna edebilmekteki maharetinin derecesine bağlıdır. Sayın Erdoğan çok güçlü bir Lider. Bununla birlikte, öncelikle hitap ettiği “Camia”nın hususiyetleri, meselelere bakış açısı, Sayın Erdoğan’a geniş bir manevra alanı sağladı, hâlâ da sağlıyor. CHP sosyolojisi ise çok farklı. Oradaki “Beyaz CHP’liler”, Ekrem İmamoğlu’nun dile getirdiği “değişim”e uyum sağlayabilirler mi? Bunu içselleştirebilirler mi? AK Parti iktidara geldiğinde, kendi dünya görüşü açısından en önemli koltuklardan biri olan Kültür ve Turizm Bakanlığı koltuğunu kime bırakmıştı? CHP’de Genel Sekreterlik yapmış bir isme!.. O ismin, böyle bir makama getirilmesine tepkiler olsa da, “Vardır elbet Recep Tayyip Erdoğan’ın bir bildiği!” dedi tabanın önemli bir kısmı. Ekrem İmamoğlu, başka kesimlerden oy alabiliyor, bunu gösterdi… Ama, yolculuğun bundan sonrası çok daha zorlu. CHP’nin “uzun yıllar boyunca iktidarın uzağında kalmasına yol açan” sosyolojik gerçeklerini ne kadar “değiştirebilecek” acaba? Dahası,üzerinde “eğreti de dursa” bir “elitist” takılma arzusu var gibi. Paris’ten yansıyan görüntüler, bu duruma işaret etmiyor mu? İmamoğlu’nun işinin çok çok zor olduğunu söyleyebilirim. Hem “camiasının etkili yerlerinde”, hem de kendisinde büyük değişimleri gerçekleştirmesi gerekiyor. Bugüne kadar kamuoyunun gündemi iç krizleri ile meşgul eden ve etkili yerlerinde “elisitleri” bulunduran CHP, bakalım değişebilecek mi? Hayır, değişemeyecek!.. Kesin bilgi değil, oraları çok iyi bilen birinin tahmini! “Yanılmak isteyen biri”nin tahmini!
Ekleme Tarihi: 27 Ağustos 2024 - Salı
Serdar ARSEVEN

Ekrem İmamoğlu, Tuncay Özkan, CHP ve değişim!

“Cumhuriyet Halk Partisi değişecek ve Türkiye de değişecek. Bu sürecin, bu yolculuğun başka bir sonucu olmaz!”

Tüzük Kurultayı Çalıştayı’nda, “değişim ihtiyacına” vurgu yapan Ekrem İmanoğlu’nun aklındaki CHP nasıl bir CHP ve nasıl bir Türkiye?

Kurultay CHP Kurultayı olduğuna göre, esas soru şu olmalı:

Ekrem İmamoğlu, Eski CHP’nin hangi özelliklerinden rahatsız?

CHP’yi uzun yıllar boyunca iktidarın uzağında tutan, en iddialı gibi göründüğü genel seçimlerde bile “yüzde 25’e sabitleyen” sebepler…

CHP’yi çok iyi tanıdığımı söyleyebilirim.

Benimki öyle “sonradan tanıma” hali değil.

Dışarıdan birisi olarak değerlendirmiyorum CHP’yi.

İçlerinden geldim de oradan bilirim, azizim.

x

Validem ile Merhum Babam yurt dışında iken, bizle ilgilenen çevremizin çok yakınlarında, “aşırı” CHP ağırlığı vardı.

Jakobendiler.

“Elitist”tiler!

Okumuş, yazmış, “sofistike” zevkleri olan, varoşların “sosyete” diyerek işaret ettiği bir grup.

İttihat Terakki’den gelen bir nesil.

Daha sonra “Cumhuriyet Nesli” dendi.

Bizim oralarda,

Anadolu’nun toprak kokan insanları ile ilişkiler son derece mesafeli tutulurdu.

Bana, “Kapıcı çocuklarının verdiklerini yeme!” diye tembih edildiğini hatırlarım.

O yıllarda İstanbul, Anadolu’dan çok göç alıyordu.

İstanbul’un taşını toprağını altın belleyenler, etrafı doldurmuştu.

“Bizimkiler” bu durumdan rahatsızdı.

“Dağdan geldiler, bağdakileri kovacaklar!” diyorlardı, ikide bir.

“Bunlar da iki kuruş para görünce adam sınıfına girdiler!” diyerek küçümsüyorlardı, gece gündüz çalışıp bir şeylere sahip olan garipleri.

Anadolu’nun Sivas’ından, Çorum’undan, Kastamonu’sundan kopup gelen ve şehirlerde yaşam mücadelesi veren insanların giyimleriyle, kuşamlarıyla, alışkanlıklarıyla, adetleriyle dalga geçiyorlardı.

Bu ailelerden birine gelin olan “Köy”lü bir çok yakınım, hem de çok çok yakınım, “İlk yaptıkları başımdaki örtüyü çıkartmak oldu!” der bana bugün de.

O günleri anlatırken gözleri dolar, 80'ine merdiven dayamış Hanımefendi'nin:

“Beni zor bela, oğullarının zoruyla kabullendiler. O gün, nikah bittikten sonra, akrabalar geldi. Başımdaki örtüyü çekerek, ‘Bundan sonra buraya uyacaksın!’ dediler. Çok küçüktüm, yalnızdım. Ses çıkartamadım!”

Onlar, yani başörtüsüne el uzatanlar, bunu “din karşıtlığı” olsun diye yapmamıştı.

Örtülülük, “köylü olmanın simgesi” olarak görülüyordu o yıllarda.

“Dinde örtünmek yok. İçin temiz olsun yeter!” diyorlardı.

Modern bir çevreye giren “gelin”in, kendisini köylülükten mümkün olduğunca sıyırması gerekiyordu.

Onun için de, o başındakini sıyırması!..

Benim “Kastamonululuğum” meşhurdur.

Bu güzel şehirle bağımı, biraz da “tepkimden” dolayı vurguluyorum sürekli olarak.

Kastamonulular için neler dediklerini, kem söz sahipleri adına“utanarak” hatırlarım.

Yıllar sonra, Kastamonuluları akılları sıra küçümseyen ailelerden birinin kökeninin Kastamonu’ya dayandığını öğrendiğinde, bu gerçeği yüzlerine vurmuştum.

Önceleri, “Orada bir süre kalmışlar” filan dediklerini, sonra sonra…

“Bizimkisi Kastamonu sayılmaz tam, kıyısından! Hem zaten taaa 300 sene evvel gelip İstanbul’a yerleşmiş bizimkiler!” sözleriyle konuyu değiştirdiklerini de hiç unutmam.

O günlerde “Bülent Ecevit de Kastomunulu!” derdim onlara.

Bunun söylenmesinden de pek hoşlanmazlardı.

X

Ben o dünyadayken, başka dünyaların çocuğu idim.

Dediklerini yapmazdım.

Onun için de bana “asi çocuk!” derlerdi.

“Annesinin babasının unuttuğu asi çocuk” gibisinden bir şeyler!

Kapıcı çocukları ile oynar, süslü-püslü işlerden uzak dururdum.

Böyle yaptığım için de uyarılar alırdım.

Mesela…

“Evlat bak; onlarla düşüp kalkarsan onlar gibi olursun! Onlar, dünyayı kazansalar da kitap okumazlar! Kitaba para vermezler! Zengine karşı aşırı hürmet gösterileri de, tamamen riyakârlıktandır!” derlerdi.

“Biraz yüz verirsen, hemen borç isterler!” yollu lâflar da eksik olmazdı.

Zaman içinde, kader bizi farklı yerlere savurdu.

Gazeteciliğe başladığımız yer ile devam ettiğimiz yerler çok farklı siyasi iklimlere aitti.

İlk gençlik yıllarımızda, namaz niyaz bilmezdik.

Sonrasında, bir takım vesilelerle şükür ki namaza yöneldik.

Ondan sonra, işler değişti.

Yaşam tarzımız tamamen değişti.

Değişince, tercihlerini her seçimde CHP’den yana kullananlar bizden koptu, ya da biz onlardan koptuk.

Birileri…

Bana yaklaşıp, “Oğlum bak, tarikata filan kapılma!” diye tembihlerde bulundu.

Ben de onlara, “Yol, Kuran ve sünnet yolu!” muhtevalı cevaplar verince, ilişkimiz iyice koptu.

Yalnız sayılırdık, hepten yalnız kaldık!

Sonraları memleketin gündemine başörtüsü tartışmaları, yasakları, İmam Hatipler, katsayı haksızlığı

gibi konular girdi.

Taraflar keskinleşti.

Biz de, mağdur ve mağdurelerin yanında yer aldık haliyle.

Milli Görüşçülerle uzaktan yakından tanışıklığımız yoktu, başörtüsü mücadelesi, imam hatip mücadelesi derken, kendimizi oralarda bulduk.

x

Bu süreç boyunca ve sonrasındaki gözlemlerimiz, CHP’de Ekrem İmamoğlu’nun işaret ettiği “değişim”in olup olamayacağına dair kesin kanaat oluşturdu bizde.

Hayır, CHP kolay kolay değişemez!

En az yüz elli sene lâzım!..

Zira…

Kendilerinden olmayanların tamamını “oy vermeye bile lâyık olmayan insanlar!” olarak gören kesimlerin ağırlığı çok fazla.

“Ağırlığı” diyorum bakın, oranı demiyorum.

Sesi gür çıkanlar onlar.

CHP’de elbette toprak kokan insanlar da var, Anadolu’nun bağrında yaşayanlar da var ama onların etkinliği çok çok az.

CHP jakobenizmi, “elitizmi” camianın etkili yerlerinde çok koyu bir şekilde devam ediyor.

Bu durum, AK Parti için de biraz geçerli, özellikle “zenginleşenler” takımı, sonradan görmeler takımı, havalara giriyor!

Ancak, oraya hakim olan sosyoloji, orada gözlenen ilişkiler ağı, zayıflayarak da olsa etkileşimin devam etmesini sağlıyor.

CHP Camiası’nın ağır isimlerinden Muharrem İnce’nin “Boğazda viski yudumlayanlar!” diyerek işaret ettiği zümreye sıradan bir CHP’linin ulaşma, onları etkileme imkânı neredeyse sıfır.

“Sokaktaki” bir AK Partili için bu durum biraz daha farklı.

Onlar, Camia’nın “elit”lerine bir şekilde mesaj ulaştırabilirler.

CHP’nin “beyaz olanları”, taaa en başından özellikle İstanbul’un en alımlı, en lüks, en pahalı mekânlarına yerleşmişlerdir.

Cumhuriyet’i kuran kadrodan olma ya da o kadronun devamı olma iddiası, bu “beyaz CHP’lilere” çok önemli avantajlar sağlamıştır.

Bundan dolayı da, o ekipten hangi CHP ile konuşsanız, “üstenci dil”i fark edersiniz.

Vakti zamanında, çok öndeydi bu “elitist”çevre, evet.

Yabancı dil bilinler onlardı, devlet tecrübesi onlarda vardı.

Medyada, üniversitelerde, iş ve sanat dünyasında rakipsizdiler.

Merhum Liderler Menderes, Özal ve Erbakan’ın öncülük ettiği siyasal hareketlerle ön plana çıkmayı, iddia sahibi olmayı başaran “varoşlar”, zaman içinde güçlenmeye başlayınca…

“Dağdan gelip bağdakileri kovacaklar ellerinden gelse!” endişesiyle büyütülen “Beyaz CHP’lilerin” tepkisi arttı.

Tepkiler karşı tepkileri doğurdu.

28 Şubat denilen esasında, bir “Din-Laiklik” mücadelesinden ziyade, “Sınıf” mücadelesiydi.

X

Şimdi…

Yaşanan bunca sıkıntıdan, zaman zaman kamplaşma görüntülerinden, memleketi geren sonu gelmez kavgaların ardından…

İktidara gelebilmek için, geleneksel CHP çizgisinin uzağındaki kitleleri de çekme zaruretinin iyice farkına varan Erkem İmamoğlu, “değişim” arzusunu dile getiriyor.

Getiriyor ama, Cumhurbaşkanı’na yönelik “ağır hakaretiyle” gündeme yerleşen Tuncay Özkan “gibi” radikalleri nasıl durduracak?

Sayın Erdoğan, zamanında “değişim” mesajı verdiğinde, o günlerde hayli “radikal” pozisyonda olan “aydın” tabakasının ve tabanının önemli bir bölümünü ikna edebilmişti.

O ikna edişin etkisi, yaklaşık çeyrek yıl boyunca iktidarda kalabilmesini sağladı.

Bir siyaset adamının “Lider” vasfına sahip olup olmadığı, öncelikle kendi kitlesini, “tabanını” ikna edebilmekteki maharetinin derecesine bağlıdır.

Sayın Erdoğan çok güçlü bir Lider.

Bununla birlikte, öncelikle hitap ettiği “Camia”nın hususiyetleri, meselelere bakış açısı, Sayın Erdoğan’a geniş bir manevra alanı sağladı, hâlâ da sağlıyor.

CHP sosyolojisi ise çok farklı.

Oradaki “Beyaz CHP’liler”, Ekrem İmamoğlu’nun dile getirdiği “değişim”e uyum sağlayabilirler mi?

Bunu içselleştirebilirler mi?

AK Parti iktidara geldiğinde, kendi dünya görüşü açısından en önemli koltuklardan biri olan Kültür ve Turizm Bakanlığı koltuğunu kime bırakmıştı?

CHP’de Genel Sekreterlik yapmış bir isme!..

O ismin, böyle bir makama getirilmesine tepkiler olsa da, “Vardır elbet Recep Tayyip Erdoğan’ın bir bildiği!” dedi tabanın önemli bir kısmı.

Ekrem İmamoğlu, başka kesimlerden oy alabiliyor, bunu gösterdi…

Ama, yolculuğun bundan sonrası çok daha zorlu.

CHP’nin “uzun yıllar boyunca iktidarın uzağında kalmasına yol açan” sosyolojik gerçeklerini ne kadar “değiştirebilecek” acaba?

Dahası,üzerinde “eğreti de dursa” bir “elitist” takılma arzusu var gibi.

Paris’ten yansıyan görüntüler, bu duruma işaret etmiyor mu?

İmamoğlu’nun işinin çok çok zor olduğunu söyleyebilirim.

Hem “camiasının etkili yerlerinde”, hem de kendisinde büyük değişimleri gerçekleştirmesi gerekiyor.

Bugüne kadar kamuoyunun gündemi iç krizleri ile meşgul eden ve etkili yerlerinde “elisitleri” bulunduran CHP, bakalım değişebilecek mi?

Hayır, değişemeyecek!..

Kesin bilgi değil, oraları çok iyi bilen birinin tahmini!

“Yanılmak isteyen biri”nin tahmini!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yirmidortsaathaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi