Sayın Devlet Bahçeli, düşüncelerin özgürce dile getirilmesinin, tabuların yıkılmasının öneminden bahsetti.
Ne güzel bir vurgu.
Ah, düşüncelerimizi özgürce ifade ederken, birileri “damgalamaya” çalışmasa!..
Birileri…
Kraldan çok kralcı edalarıyla, kaş kaldırmasa!..
Biz de, “Hayra motor, şerre fren!” görevini yerine getirmeye çalışırken, bin türlü “hesap” yapmak mecburiyetinde kalmasak.
Bu ülkede gazeteciliğe başlamamdan bu yana, yaklaşık 40 yıl boyunca duyduğum bir söz var…
Ne zaman “birilerini” eleştirsem…
Ne zaman filanca işlerini, sözlerini uygun bulmadığımı söylesem..
Kaşlar kalkıyor ve “Onların bir bildiği yok, öyle mi? Yani, o makamlarda bulunan biri, bunları düşünemiyor, bir sen düşünüyorsun!” filan deniyor!..
Allah Allah!
İyi o zaman, birileri ne yaparsa yapsın, üzerinde hiç düşünmeden destek verelim!
“Tek tip” düşünce olsun!
Başka bir şey söylenmesin!
Eleştirilen kişiler, eleştirilmekten rahatsızlık duymuyorlar.
Eksikliklerinin, yanlışlıklarının olduğunu söylüyorlar.
Zaman geliyor, “Hata yapmışız, öyle yapmamak varmış!” diyorlar.
“Yanlışlara yönlendirildiklerini” açık yüreklilikle söylüyorlar ama onlar adına konuşma havalarındaki birileri tam da “kraldan çok kralcı” edalarıyla ayar vermeye çalışıyorlar.
Böyle böyle eleştirilerin önü kesiliyor.
Dost ikazları gelmeyince, ya da ikazların yerine ulaşması engellenince, sıkıntı çıkıyor ortaya.
Kamyon devrilmeden ikaz edenler, baskı altına alınıyor.
Dost gerektiği zaman, kınayıcıların kınamasından çekinmeden ikaz edendir.
Vaktinde ikaz edendir.
İş işten geçtikten, kamyon devrildikten sonra “akıl veren” çok olur.
Güç sahibi güçten düştüğünde, bir zamanlar en çok “alkışlayanlar” karşı tarafa geçer!
Bir kişi sizi sürekli olarak eleştiriyor, her yaptığınıza kulp takıyorsa, ondan uzak durun.
Bir kişi böyle yapmıyor da, sürekli olarak alkışlıyorsa ve her ne yaparsanız yapın sorgulamadan destekliyorsa…
Ondan iyice uzak durun!..
Dalkavuk, düşmandan çok daha tehlikelidir!..
Ben, köşe yazılarımı etraftaki arkadaşlara da okuyorum, yayımlanmadan önce.
Okuyorum ki, onların eleştirilerini katkılarını alayım.
Varsa bir “hatam”, iş işten geçmeden düzelteyim.
Ben, Allah rızası için eleştirdiğine, Allah rızası için ikaz ettiğine emin olduğum her kimse, onu çok seviyorum.
Ondan istifade etmeye çalışıyorum.
Bizler, küçükken eleştiriye çok açıktık.
Büyüklerimiz, neyi yapmamız, neyi yapmamamız gerektiğini söylerlerdi.
Bugün bakıyorum ki, çoğu faydalıymış dediklerinin…
Sadece büyüklerden küçüklere değil, küçüklerden büyüklere de “ikaz”lar gelebilir.
Onlar kalpleri daha berrak olduğu için, hayırlı işlere yönlendirebilir ya da hayırsız işlerden uzak durmamıza vesile olabilirler.
Ne yazık ki, farklı siyasi partilere, farklı liderlere, farklı kanaat önderlerine “bağlanmış” kitleler, kişiler, eleştirilere gittikçe daha fazla tepki veriyorlar.
“At izleri ile it izlerinin karışması” gibi acı bir durumla karşı karşıya olduğumuzun Devlet’in Zirvesi tarafından söylendiği bir ortamda, böyle hallerle karşı karşıya kalıyoruz.
Biz de…
Bazen, “Ya arkadaş, ortam öyle karışık ki… İzler öyle karışık ki… Ve ortalama idrak düzeyi o kadar düşük ki... Ne söylesen yanlış anlaşılıyor… Söylediklerin bir işe de yaramıyor!” psikolojisine girip, kendimizi dağlara, ormanlara vuruyoruz!..
Bazen biz de ümitsizliğe kapılıyoruz…
Tam da böyle düşünürken ve böyle düşündüğümüzü söylerken bir “dost” yetişiyor imdadımıza…
Diyor ki…
“Sen Allah rızası için destek veriyor ve Allah rızası için ikaz ediyorsan, gerisini düşünmenin mânâsı ne! Kalbini yokla ve oradan eminsen, devam et işine!”
Allah dostlarımızdan razı olsun.
Allah düşmanlardan ve dalkavuklardan korusun.
MANEVİ VATAN ELDEN GİDERSE
Şimdi, bunları yazdık ya…
“Bunca lâf ettin ama içinde hiç eleştiri ikaz yok!” diyenler olacaktır.
Aslında var da, yukarıda.
Her neyse…
Madem böyle bir “ikaz” gelebilecektir…
Sizlere, “Manevi Vatan”a dair yazımdan geniş bir özet arz edeyim: (*)
-İmralı’dakini bırakın…
Kandil’in temsilcilerini bırakın!
Partileri şu kadar oy almış, bu kadar oy almış!..
Doğru da…
Oy oranlarını arttıran bizim ihmallerimiz!
Boşluk bıraktık, onlar doldurdu!
Biz ihmal ettik, eller aldı!
Sık sık, işaret ettiğimiz “MANEVİ VATAN” meselemiz!
Biz, MANEVİ VATAN’ı çok ihmal ettik.
Biz, MANEVİ VATAN’ın ruhunu oluşturan ulvî kavramların yıpratılmasına seyirci kaldık, bazen de kendimiz yıprattık!
Biz, eğitimde, kültürde, hatta “kanunlarda” Batı’ya çok bağlandık.
Biz kendimize, kendi tarihimize çok az kıymet verdik.
Biz, canımızı emanet ettiğimiz doktorlara bile “Sapkın Hipokrat”ın sözde yeminini ettirdik.
Biz, buna bile yemin dedik, yeminin zeminini kaydırdık!
Biz, çocuklarımıza, her sınıfta, her sene her sene, balığın tırmandığı kavağı bellettik.
Yalan tarihi bellettik!
Bizi kamplaştıran “izm”leri bellettik!
Batı’dan neler geldiyse, onları bellettik!
Aile, eğitim ve kültür alanlarında kendimizden uzaklaştık; Batı’dan olanı, sorgulamadan bünyemize aldık.
Kahpe Batı’ya yöneldik,
Büyük Doğu’yu unuttuk!
Atina kriterlerine takıldık, Paris kriterlerine takıldık, Londra kriterlerine takıldık, Kopenhag kriterlerine takıldık…
Anadolu kriterlerini unuttuk!
Biz, güzelliklerimizi ihmal ettik…
En çok da evlâtlarımız ihmal ettik, olmadık ellere bıraktık.
Derin boşluklara, dehlizlere attık!
Kötü misaller olduk ya da karşılarına kötü misaller çıkarttık.
Elimizde sigara, “zararlı maddelerden uzak durmalarını” tavsiye ettik!
Faize bulaştık, helâl olanı tavsiye ettik!
Televizyonlarımızdan popüler kültür propagandası yapılmasına, MANEVİ VATAN’ımızın zeminin kaydırılmasına ses çıkartmadık ya da yeterince ses çıkartmadı.
Biz “ümmet” olmadık!
Ayağına diken batan kardeşimizin acısını hissetmedik.
Aksine, diken batıranlardan olduk!
Özümüz sözümüz bir olmadı.
Bir gün söylediğimizi bir başka gün, adeta tekzip ettik!
Muazzez Peygamberimiz’in saçını ağartan “Âyet” bize tesir etmedi.
Emrolunmadığımız gibi olduk!
Hasımlarımızın kinlerini şefkatimizle eritmek için çıktığımız yolda, eridikçe eridik.
Yola gelmelerine vesile olmamız gerekenlere benzedik!
Her imkân, Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için araçtı bizim için…
Araçlara daldık, amacı unuttuk!
Araçları sevdik, birbirimizi sevmeyi unuttuk!
Ne varsa başımızda, hak ettiğimiz kadarı!
Başka çaremiz yok;
Anahtarı nerede kaybettiysek orada arayacağız!..
Anahtar, ne Atina’da, Ne Paris’te, Ne Londra’da, Ne Kopenhag’da, ne de İmralı’da!..
Anahtar, ‘MANEVİ VATAN’da!
Biz,
MANEVİ VATAN’ı çok ihmal ettik.
Bundan dolayı da, Ailemizi kaybetme noktasına geldik.
Çocuk istemiyoruz artık, ya da birden ikiden fazla çocuk zinhar istemiyoruz.
Evlenmek istemiyoruz, ne kadar mümkünse o kadar geciktiriyoruz!
Nüfusumuz hızla yaşlanıyor…
O kadar ki…
Aile Bakanımız bile, “Eğer trend bu şekilde devam ederse, 25 yıl sonra askere gidecek yeterince genç bulamayacağız!” diyor.
Bu haldeysek ve Sayın Bakan’ın da işaret ettiği kötü gidişe son verecek işe yarar tedbirleri almıyorsak, almayacaksak…
25 yıl sonra ne yapacağız, “hayâsızca akınlara” karşı?
***
Biz, çok muhafaza-kâr ve aynı zamanda çok ihmalkâr olduk!
ANA VATAN’ı ihmal ettik.
YAVRU VATAN’ı ihmal ettik.
MANEVİ VATAN’ı ihmal ettik.
Bugün “birlik, beraberlik ve kardeşlik” ortamında buluşmak istiyorsak…
MANEVİ VATAN’ımızı güçlendirmek için dev adımlar atmaktan başka çaremizin olmadığının farkına varmalıyız!
Anahtarı olmayacak yerlerde aramamalıyız!,