Evlilik bir akit, sözleşme.
Aklı başında, kararlarını alabilme ve bu kararların muhtemel sonuçlarını muhakeme edebilme ehliyetine sahip iki insan, bir “akit”e imza atıyorlar.
Bu sadece iki insanı değil, her iki tarafın ailelerini, dahası o evliliğin meyvesi olan nesilleri de etkileyecek bir sözleşme.
Peygamberimiz (s.a.v.) kabri, “Ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukur.” olarak nitelendiriyor, malûm.
Evliliklerinde çok büyük mutsuzluklar yaşayanlara “Hayatın cehennem çukurlarından bir çukur gibi mi?” diye sorun…
“Aynen öyle!”ye benzer bir karşılık verecektir.
Ya çocuklar?
Evlilik hayatları “cehennem çukurlarından bir çukur” misali olanların ve daha fazla sürdüremeyip boşanmış olanların çocukları, hep bunalımdadırlar.
En azından bir kanatları hep kırıktır.
Özgüvenleri zedelenmiştir.
Hep tedirgin, hep endişelidirler.
Etraf da bu konularda acımasızdır.
Baba ya da annesini “vefat” dolayısıyla kaybetmiş birine merhamet edenlerin sayısı çoktur ama boşanma söz konusu olduğunda diller sivrilir.
Çocuk, babası ya da annesi, kimi zaman da her ikisi hakkında olumsuz şeyler duyar.
Anne ya da baba, olmadı, aileler, hısımlar, sürekli olarak kaşır yarayı.
Sonra bir de üvey anne, üvey baba gelir büyük ihtimalle.
Bütün üvey anneler ve üvey babalar kötü değildir; içlerinde çok güzel insanlar da vardır ama….
Sonuçta adı üvey bir kere; ne söylese batar.
Çocuk, onlar ne diyorsa tersini yapar.
EV..
Lilik…
Bir ev kuruyorsunuz.
Bir yuva.
Şaka değil, sonuçları çok güzel ya da çok kötü.
Ufak bir “dükkân” açarken bile bin türlü araştırma yapıyorsun, her bir işin ciddiyetle olmasına dikkat ediyorsun…
Etrafa bakıyorsun…
Araştırıp, soruşturuyorsun…
Ya da işini görecek bir eleman alırken; kimdir, nedir, nasıl bir ailedendir, geçmişte nerelerde çalışmıştır, oralardan nasıl ayrılmıştır?
Bin türlü soruya cevap arıyorsun…
Öyle ya, işini görmesi için aldığın eleman, icabında işini bitirebilir!
İş yerini huzursuz, markanı rezil edebilir.
Seni iflasa sürükleyebilir.
İş bu…
Çoğu vakit, “beğenmediğinde” gönderebilme imkânın oluyor.
Evlilik öyle mi?
Her şeyini paylaşıyorsun.
Sonra çocukların oluyor.
Torunların…
Toplum böyle şekilleniyor.
Mutlu evlilikler, mutlu toplum.
Ne yazık ki, evliliklerin neredeyse yarısının ilk beş yılda bittiği bir süreçten geçiyoruz.
Her yıl yüzbinlerce çocuğun boynu bükülüyor.
İstatistiklere yansıyan “boşanma” rakamları, olmuş bitmişleri, resmen ayrılmışları gösteriyor.
Bir de devam eden çekişmeli davalar var, süreç uzadıkça uzuyor…
Bunları da katın, tam facia!..
x
Evlilik meselesini baştan düşünmek, aile düşmanı batı taklitçilerinin “algı operasyonlarından” kurtulmak mecburiyetindeyiz.
Yoksa, biter bu memleket, Allah muhafaza!..
Evliliklere, aile hayatına, boşanmalara dair birçok yazı kaleme aldık.
“Flört mü, görücü usulü mü?” konusuna sadece sosyal medya hesaplarımızdan girdik.
Buradan, o eksikliği tamamlayalım…
“Flört mü, görücü usulü” mü?
Evlilik karşıtlarına, “çağdaş” görünümlü “gerici”lere sorarsanız…
Kesinlikle flört!
Kişiler birbirlerini iyice tanıyabilirlermiş, flört hayatları olursa…
Her bir şeylerini bilirlermiş…
Evliliğe girmeden bütün eksiklikleri, fazlalıkları görür, ona göre adım atarlarmış!
Deneme tahtası sanki!..
Biriyle çık, dolaş…
Her şeyi yap…
Olmadı, bir başkası, bir başkası…
Tutturana kadar!..
X
Sonra…
Sonra…
Evlilik…
Ev ama, öğrenci evi gibi.
Yuva değil,
“Yurt” gibi.
Flört yıllarında özelleri kalmamış insanlar için, evliliğin çok az özelliği oluyor çoğu vakit.
Evliliğin gerçekleri, sorumlulukları yüklendikçe omuzlara…
“Ne yaptım ben!” tasası ağır basıyor.
Nefisler çatıştıkça mesafeler açılıyor.
Saygı çok önceleri tüketilmiş olduğundan, “aşk” denilen de “saygısız” bir ortamda mum gibi eridiğinden, geriye “kabir azabı” gibi bir hayat kalıyor.
Bir de bebek varsa ortada…
Yanda gülüm keten helva!..
Şimdilerde 10 milyon üniversite öğrencimiz var.
Liseleri de katın, memleketin yarısı “evlenebilecek yaşta” öğrenci!..
Sonuçta…
Çok büyük ihtimalle “etkileşim” oluyor, “elektriklenme” oluyor…
Kimi vakit voltaj fazla geliyor, arızalar çıkıyor.
Sonra…
Denemeler, denemeler…
Sonuçta, Ev-lilik.
X
Aileler müdahil olamıyorlar bu sürece.
Gençlerin özel hayatları var, dokunulmazlıkları, söz dinlemezlikleri var.
“Gittiğin yol yanlış” diyemiyorsun…
Vazgeçirmeyi denesen de, faydasız olduğunu görüyorsun…
“Aman, ne hali varsa görsün. Başka bir evlilik yapar, mutsuz olur, bizi suçlar!” diyorsun…
Ne dedilerse yapıyorsun!..
Aileler devre dışı, tecrübeler devre dışı…
Akıl devre dışı.
Hisler, heyecanlar, çoğu vakit de “çocukluklar” devrede…
Görücü usulü…
Uzun bir araştırma süreci…
Elbette “isabetsiz değerlendirmeler” olabilir ama evlenilecek kişi hakkında araştırma yapmak; onu konuya komşuya, eski yeni iş arkadaşlarına sormak…
Ailelerin tecrübelerinden istifade etmek..
Çok daha sağlam bir yol değil mi?
HERKESİN İÇİNDE ÇOCUK SEVİLMEZ!
Gelenekle savaştık biz.
Yıktık perdeyi, eyledik virân!
O güzelim geleneklerimiz…
Köy hayatıyla tanıştığımda hayli ilerlemişti yaşım.
Oradaki ihtiyarlardan birinin, bir gence “Evlât, topluluk içinde çocuk sevilmez. Ne o öyle herkesin içinde hoplatıp, şımartıyorsun!” dediğini duyduğumda yadırgamıştım.
Oralarda, topluluk içindeyken bebeklerini, çocuklarını sevmez, hoplatıp zıplatmazmış gelinler, damatlar…
“Neden acaba?” diye düşündüm.
Neden olacak; çocuğu olan var, olmayan var…
Kıskanan var, kıskanmayan var.
Nazarı değen var, değmeyen var.
Çocuğunu, bebeğini odanda şımart.
Herkesin içinde şımartma!
Herkesin içinde şımartma ve azarlama!
Terbiye de özel; ailenin mahremiyeti var.
Şimdilerde mahrem kalmamış gibi…
Çoklarının her şeyleri ortada.
Bir tek imanları ile paraları gizli!
Onların da kimlerde olduğu belli olmazmış!..
Gerisi hep belli!..
Her şey ve her yer ortalıkta!
Açık toplum!..
Çağdaş toplum!..